Çoğu kez yeri geldiğinde esirgemeden kullandığım bir cümledir,
“Hayat tesadüflerden ibaret sandığımız bir tevafuklar manzumesidir..”
Bugün saat iki gibi edebiyatçı dostum Zekeriya hoca aradı, neredesin üstat dedi. Her zamanki yerimde oturmuş dostlarla dünyayı kurtarıyoruz dedim.. Bırak dünyayı dedi, dünyadan kurtulmuş bir hacı Nenemizi ikindi namazını müteakip yolcu etmeye gideceğiz, Dr. la sana doğru geliyoruz dedi. Gelin beraber geçeriz dedim.
Giderken yolda bir arkadaş münibüsüyle bize katıldı, yolu bilmiyoruz dedim onu takip edelim, meğer garibim o da aynı şeyi düşünüyormuş. Mecbur kaldık Hz. Google’un konum takibine uymaya. bir saatlik bir yolculuğun sonunda varış noktasına çok az kalmışken bizim sanal mübarek, yol üzerinde arızalanarak kalmış iş makinesini göremedi ve bize alternatif bir yolda tarif edemedi..
Ayazma denilen yere inerek bir öğretmen arkadaşı alıp epey yollar dolanıp nihayet ezan okunurken yetiştik.
Hocamız kafasında bin bir türlü dünyevi sorularla namazı bir rekat erken bitirmek üzere iken müezzinin uyarısı sonucu sehiv secdesiyle işi kurtardık..
Dönüşte kestirme yollardan inmek için, yıllardır dağ ve yaylalarda güvenle kullandığım ve beni hiç yolda bırakmayan en güvenli navigasyon ve rehber olan, gözlemlerimi ve hislerimi devreye soktum.. 🙂
Bize rehber olarak aldığımız ama civar köyleri pek bilmeyen hoca arkadaşımızı Ayazma denilen yere getirdiğimizde yıllardır görüşmediğim ama aracını ara sıra trafikte gördüğüm namıdiğer “Sikoda Ahmet” amcanın kamyonetini gördüm.
Ahmet amca gençliğini sendikacılık ve Kendi deyimi ile hak aramakla geçirmiş, bir çok Ülke dolaşmış, çok kitap okuyan kültürlü bir insandı. Emekli olduktan sonra köyüne yerleşmişti. Buralarda mı diye düşünürken bizim hoca kahvededir mutlaka dedi.
Dışarıda kapı önünde, yedi sekiz kişi bir arada çay içip sohbet ediyordu, Selam verip bir umutla içeri baktım, en uç köşede bir masada tek başına oturmuş çayını yudumluyordu. Yıllar evvelki siması ve bakışı hiç değişmemiş gibiydi..!!!
Sikoda Ahmet’i arıyorum tanıyor musun emice dedim. 🙂 Gülümseyerek yaşlı kahveciye baktı, Ben sana B12 vitamini almalıyım diyordum ya işte bu işe yarıyordu, bolca alsaydım şimdi Ben de bunu hatırlayacaktım dedi.. 🙂
Biraz duraksayıp hatırladı, kısaca eski günlerden ve Elektronik servis atölyemizde yaptığımız felsefi sohbetlerden bahsettik. Yirmi yıl evvel, O yöredeki bütün arızalı Televizyonları haftada bir toplayıp servise getirir, Ben tamir ederken hemde sohbet eder, gençliğindeki maceralarını, proletarya günlerini, sendikacıyken yaptığı eylemleri, okuduğu kitapları ve adalet anlayışını anlatırdı…
Köyde herkesin çarşı ihtiyacını, ot, saman dahil Trabzon’dan alır kamyonetiyle herkesin kapısına kadar ulaştırırdı, parası olandan alır, olmayana canın sağ olsun; bi ara verirsin derdi.
Şimdi Seksen beş yaşına gelmişti ve hala o güzel Türkçesi ve düzgün ifadesiyle yaptığı hayata dair bir felsefi sohbetin içinde bulduk kendimizi.
Son okuduğu kitaplardan bahsetti; adlarını tam hatırlayamadı ama içeriklerini detaylı hatırlıyordu. Yine adalet, insan hakları ve insanlık üzerineydi hepsi..
Dr. Yusuf arkadaşımız; Dini kitaplar ve Kurân okuyor musun dedi..
Gülümsedi ve kapıya doğru baktı, dışarıda boş muhabbet yapıp “zaman öldürenleri” kastederek, onlar anlamaz ama size bahsedebilirim dedi.
Çoğunu okuduğu, Bilinen meal ve tefsirlerden, yazarlarından kısaca bahsederek, en son diyanetin mealini okudum dedi..
Bunların dini “Ata dini, gelenek görenek dini olmuş, Kurân dini değil..!” Tekrar kapıya doğru bakarak, onlar Beni anlamaz ama siz anlıyorsunuz değil mi dedi…
Yeni bir kitaba başlıyorum dedi ve gözleri boşluğa dalıp gitti, belkide o eski proletarya günlerini anımsamıştı…